3| Onaylanmamış Mektup


Şu ana kadar gerçekten tek tük yolunda bir hayatım vardı.

17 yaşındaydım, 11. Sınıftaydım, bir kaç iyi anlaştığım insan vardı ve tek sorunum günlük hayatta yaşadığım basit aksiliklerdi.

Ama annem hayatıma füze gibi bir anda girdi ki onu suçlamamak için deli gibi çaba harcıyordum.

Mesela şu an suçlayacağım kişi babamdı.

Vücudum resmen cayır cayır yanıyordu. Kendimi sıkıp kafamı şu an ki manzaradan ayırmaya çalışıyordum ama ben hariç kimse güçlü durmaya çalışmıyordu.

Önümde tonlarca tanımadığım adam, evimde k- ah pardon eski evimdeki eşyaları toplayıp nakliyat arabasına götürüyorlardı.

Babamın bana sunduğu açıklama çok basitti. Yeni bir şehirde yeni bir işe atılacaktı ve liseyi bitirdiğimde beni yanına alacaktı falan.

Annemin dediği şeyden sonra koşa koşa eve gelmiştim ki bir şeylerin yalan veya ertelenmiş olduğunu görmek istemiştim. Tabi ki göremedim.

Geceyi evimde son kez geçirdikten sonra sabahın erken saatlerinde ellerim bağlı duvara yaslanmış olanları izliyordum sadece.

Babam açık olan kapıdan elinde poşetlerle içeri girdiğinde yüzünde merhamet olduğunu falan düşünüyordu heralde.

"Jennie"

Seslenmesine rağmen ayaklarıma bakmaya devam ettim.

"Güzel kızım"

Tek eliyle bana sarıldığında trip attığımdan değil gerçekten içimden gelmediği için sarılmadım ona.

"Neden biraz olsun tüm güçlülüğü benden beklerken sen güçlü olmaya çabalamadın?"

Babam aniden geri çekildi ve hayretle baktı bana.

"Jennie düşebilirsin, üzülebilirsin. Üzüldüğünde de mutlu olmaya çabalarsın değil mi? Benimde buna ihtiyacım var."

Başımı salladım hızlıca. İçim soğumuyordu bir türlü. Hazmedemiyordum.

"Buradaki işinde de üzgün falan değildin."

Poşeti yanımdaki sehpaya bıraktı ve ellerimi tuttu.

"Bu şehir bana iyi gelmeyecek Jennie. İşimi bambaşka insanlarla bambaşka bir şehirde yaparsam sen liseyi bitirdiğinde toparlanmış bir insan olacağım ve sana söz veriyorum, buradayken seni bir saniye bile yalnız bırakmayacağım."

Sinirden gözlerim doldu. Hala iyi bir insan olmaktan, iyi bir baba olacağından falan bahsediyordu.

Sürekli bir şeyleri toparlayan insanları umursamadan ellerimi çektim.

"Orada hiç tanımadığım bir adam var. Üvey babam olucak. Hiç tanımadığım, büyük ihtimalle benden 1 yaş büyük bir kız var. Üvey kardeşim olucak. Tanımadığım soğuk duvarlar var baba. Burada kalsaydın en azından sıcak bir evim olurdu ve belki bir nebze de olsa olaylar kolay ilerlerdi."

Her şeyi halledebilirdim. Kaçmayı seçmeseydi her şeyi halletmeye çalışırdım. Güçlü olurdum, konuşurdum, ağlardım ama gizlerdim. En azından yapmayı denerdim.

Odama çekilip yataktaki yarım yamalak valizin içine pijamalarımı, bir kaç tane kitabımı, peluş ineğimi, kulaklığımı ve daha bir sürü saçma sapan şeylerimi koydum.

Valizi hırsla kapatıp yarım kalan duygularımı erteledikten sonra ağır valizi aşağı sürüklemeye başladım.

Merdivenleri bitirdiğimde babam bir kaç şey atıştırıyordu ki ona konuşmak istemediğimi belli eden bir bakış attım ve kapıya yöneldim.

Yaklaşık 5 dakika sonra babam geldi ve arabaya bindik.

Yol boyunca hiç konuşmadık, ki zaten evler birbirine yakındı.

Valizimi kapıya kadar babam taşıdı ve ben daha kapıyı çalmadan benimle vedalaşıp aşağı indi.

Yarın bu şehirde, bu sokakta, o evde ve en önemlisi benim yanımda olmayacaktı.

Zile bastığımda Jisoo denilen kızın açmaması için içimden dualar ettim ki neyseki kabul oldu.

Annem kapıyı açtı. Beni gördüğünde hızlıca sarıldı. Buna karşılık vermiştim.

"Hoşgeldin kızım. Do-Yun işte ve Jisoo İngilizce kursunda. Kahvaltı ettin mi sen?"

Başımı hayır anlamında salladım. Ayakkabılarımı çıkarırken annem valizimi aldı ve içeri götürdü.

Ben kapıda beklerken uzun koridora doğru yürüdüm.

Masa hazırdı. Baş başa kahvaltı edicektik sanırım ve bu nebze iyiydi.

"Valizin odanda. Orayı görmek ister misin?"

Şaşkınlıkla ağzım aralandı. Evi 2 oda 1 salon sanıyordum. Dün bana gösterilmeyen, kapısı kapalı oda benimdi demek ki.

Annem önden giderken tuvalete en yakın odanın kapını açtı.

Gözlerimi kısaca eşyaların üstünde gezdirdim. Gelen temiz kokuyu görmezden gelsemde gri'yi gelemedim. En sevdiğim renk tüm odaya hakimdi.

Bir çalışma masası pencerenin yanındaydı. Dolap yoktu, çift kişilik yatağın yanında iki komidin vardı. Karşısında minik bir televizyon ve yanında kitaplık vardı.

"Teşekkür ederim."

Annem gülümseyerek bana döndü.

"Odanda kalmak istersen anlarım ama kahvaltı hazır bebeğim. Do-Yun ve Jisoo öğleden sonra gelirler."

Kafamı salladım ve odadan çıkmasını izledim. Hafta sonu Jisoo'nun kursa gitmesini anlayabilirdim ama Do-Yun'un çalışması? Ne iş yaptığını hiç sormadığım için.

Hırkamı çıkarıp askılıyla kaldım. Valizimden sadece kulaklığımı ve şarj aletimi dışarı çıkarıp telefonumu şarja taktım.

Salona gidip annemle kahvaltı yaptık. Saat daha çok erkendi ki gece yaşadığım şoktan uyuyamamıştım.

Solonun sabah ki enerjisi daha hoştu. Ortaya güneş ışığı tam anlamıyla vuruyordu, ağaçlar biraz camlara yaklaşıktı bu yüzden kuşlar da dallara konduğunda gözüküyorlardı.

Kahvaltıdan sonra resmen beynim bulandığı için yeni evi, odayı hiç umursamadan yeni yatağıma yattığım gibi uykuya dalmıştım.

Uyandığımda öyle bir yabancılık hissiyle karşılaştım ki. Bunu beklememe rağmen tavana baktım bir süre.

Şarjda ki telefonumu çıkarıp saate baktığımda gecenin bir yarısı olduğunu görmemle gözlerim açıldı.

Lisa'nın bana yazdığını gördükten sonra tam onunla mesaj kutuma tıklayacaktım ki salon olduğunu tahmin ettiğim bir masa itme sesi telefonu kapatmama sebep oldu.

Annemle Do-Yun'un bir şey yaptığını düşünsem bu kesinlikle evde ben varken bir de masayla olacağını düşünmüyordum.

Anında bir ses daha duyduğumda yatağımdan fırladım.

Kalbim deli gibi çarparken terlediğimi hissediyordum.

Annemleri uyandırmalı mıyım diye düşünürken pencere açma sesi duyduğumda görebildiğim kadar
kapımın kilidini bulup hızla kilitledim.

Sessiz olmaya çalışarak geri adım attım.

Eğer hırsız girse açık olması gereken pencereyi tekrar açmazdı değil mi?

Kendi odamdaki pencereye baktığımda kalbimin sesini duysamda pencereyi hızlıca açtım ve derin
bir nefes aldım.

Gözlerimi açtığımda gördüğüm sahne hala rüyada olduğuma şüphelendirdi beni.

Üvey kardeşim evinden kaçıyordu.

Comment