18| Gün Batımında Yitirilmiş Aşk

Hayat boyu insanlarla karşılaşırız. İyi insanlar, içinde kötülük olmayan, sizi dahil ettiği her planda sadece iyiliğiniz için kafa yoran insanlar vardı. Bazen sadece sizin yanınızda konuşmadan durması bile bir destekti.

Kötü insanlarla da karşılaşabiliriz, onlara güvenebilir, içlerindeki saf kötülük sizi ele geçirinciye kadar yanında güvende de hissedebiliriz. Bu insanlar sizin düşürdüğünüz bir kaç damla göz yaşına muhtaçtı. Onlarla beslenirlerdi ve sizi üzen kendileriyse bu onlar için bir başarıydı.

İyi insan veya kötü insan olmayıda tercih edebilirdiniz. Ama kötü insanlar hiç bir zaman boğazına kadar heves ve umut dolu olmanın, insanların sizi olduğunuz gibi efektsiz şeffaf görmelerinin ne demek olduğunu bilmezlerdi. Evet iyi insanlar çok fazla kötülükle uğraşırlardı. Ama dünya onları her zaman kurtarırdı. Çünkü iyi biriyseniz, enerjiniz yüksek olurdu. İnsanlar size her zaman hayranlıkla sadece uzaktan bakardı. Saygınız vardı, özel hayatınıza, görünümünüze, öz sevginize, hayat görüşünüze, hangi şarkıları sevdiğinize, sosyal medyada paylaştığınız içeriğinize, yazım yanlışınıza, toplu içerisinde konuşmanıza, seçimlerinize, zamanı nasıl harcadığınıza kadar her tercihinize saygı gösterilirdi.

Ben bu ikisi arasındaki farklılığını anladığımdan beri iyi insan olmayı tercih etmiştim.

Ama iyi insan olmak kendinizi ezdireceğiniz anlamına gelmiyordu.

Yüksek rütbeli bir insan olmayı hak etmeliydiniz. Çirkef olmak hiç bir zaman sorun çözmezdi.

Rose ile yüzleşmem ve bunu bana yakışır bir şekilde yapmam gerekiyordu.

Aynada kendime bakarken asırlar önce öğrendiğim her şeyi gözden geçirdim. Artık kıskanmak yoktu. Kısıtlamak ve bununla sorunun düzeleceğini sanmak sadece benim enerjimi düşürürdü.

Ben sadece olduğum gibi davranmalıydım.

Parfüm sıkmadan önce görüntüme son kez baktım. Pileli kot etek, düz beyaz tam boy bluz, altımada bilekli spor ayakkabılarım. Almam gereken tek şey güneş gözlüğümdü.

Elime aldığım Lost Cherry'i gelişi güzel üzerime sıktım. Çok kalıcı olduğundan bir iki fıs yeterliydi.

Jisoo'ya haber vermemiştim. İşte bu yanlıştı ama haber verirsem kötü bir şey yaptığımı sanıcak ve beni engellemeye çalışacaktı.

Ve emrivaki yaparak gidiyordum. Ki ben bundan nefret ediyordum ama iki tarafta benim iyi niyetime inanmayacağı için izleyebileceğim tek yol buydu.

Anahtarlarımı hızlıca çantama atarak evden çıktım ve bizim adrese yakın olan eve yol aldım.

Ezbere bildiğim yollardan geçerken kalbim güm güm atıyordu. Sakin kalmaya çalışsamda başaramıyordum.

Evine geldiğimde basamaklarını çıktım ve kendimi hazırlamak için derin bir nefes aldım. O ne kadar kötü bir insan olursa olsun, bunu kendim için yapacaktım.

Yumruğum kapıya vurduktan bir kaç saniye sonra tanıdık yüz karşıma geldi.

Dağılmış sarı saçları, siyah bol ev şortu ve hala kafasında olan göz bandıyla onu gördüğümde zamanlamada biraz sıkıntı çektiğimi anladım.

Beni gördüğünde gözleri korkunç derecede açıldı. Sanki ihtimal vermediği bir olay gerçekleşmiş gibi ağzı aralandı ve baştan aşağı süzdü beni.

"Sen.. ne yapıyorsun burda?"

Buraya bu tepkilere hazır geldiğim için sakince nefes aldım. Tökezlememek için yaptığım bir kaç önlemdi.

"Ben sadece konuşmak istiyorum. Müsait misin?"

Bana inanması o kadar uzun sürdü ki, bir an akşama kadar kapıda dikileceğini sandım. Bir süre sonra cevap vermeden kapıyı ardına kadar açtığında içimden o kadar da kötü bir insan olmadığımı haykırıyordum.

Evinde kısa bir göz gezdirmenin ardından salonu buldum ve gördüğüm ilk koltuğa oturdum.

Karşımdaki L koltuğa geçip bana aynı gözlerle bakmaya devam etti. Gerçekliğime inanamıyor gibiydi. Geçen her saniye koltukta nasıl oturduğuma, çantamı nereye koyduğuma, sırtımı nereye yasladığıma dikkat ediyor gibi.

"Konuşacak mısın?"

Sakin kal.. sakin ol..

"Öncelikle ikimizde ne hakkında konuşacağımızı biliyoruz." Dedim. Ondan bir cevap çıkmayınca devam ettim.

"Kötü niyetli değilim ve seninde olduğunu düşünmüyorum. Bence Jisoo'nun benimle olduğunu öğrendeydin ona açılmazdın. Sadece.."

Biraz duraksayarak gözlerimi kaçırdım. Cümlelerimi toparlamak için düşünüyordum.

"O senin gibi bir arkadaşı kaybettiği için üzülüyor. Ona göre bu bir ihanet, anlatabildim mi?" Diye yüzüne baktığımda bu sefer gerçekten beklemediğim bir ifade ile karşılaştım.

Alay. Resmen bana alayla bakıyordu.

"Jennie, siz üvey kardeşsiniz. Bunun annen ve onun babasına ihanetinden bahsedelim mi?"

Huzursuzca kıpırdanırken içimin soğuduğunu hissettim. Ne alakaydı şimdi bu?

"İkimizinde kendi içinde geçerli sebepleri var. Başka bir şekilde tanışmayı bizde iste-"

"Başka bir şekilde tanışmak mı!" Diye ayaklanarak bağırdığında kıyafetimi tutan ellerim sıkılaştı. Gerçekten şu an işler kontrolümden çıkıyor gibiydi.

"O benim kaç yıldır hayatımda biliyor musun? 6 yıldır! Seninle? Seninle tanışalı daha 1 yıl bile olmadı ve sen onu benden daha önce etkiledin! Sen daha bir çocuksun be!"

Resmen kükrüyordu. Bir anda siniri o kadar tepesine çıkmıştı ki olduğum yerde kalakalmıştım. Bir şey dersem çok daha sinirlenebilirdi.

Ve ben ondan sadece bir yaş küçüktüm.

Öfkeden içindekileri dökerken kontrolünü sağlayamaması korkumu körüklüyordu. Belkide buraya hiç gelmemeliydim.

"Rose, Jisoo için sen sadece dosttun. Seninle daha fazlasını düşünmemiş o yüzden ona açılman onu kırmış."

Yavaş hareketlerle bana döndüğünde keskin gözleri benimkilere değdi ve onları hiç ayırmadı.

"Biz dost falan değildik! Ben ona hep aşıktım anlıyor musun? En azından eskiden sevgilisi yoktu. Hep şansım vardı. Ama sen! Sen naptın küçük fahişe!"

Ettiği hakarete şaşırken üzerime yürümesini göremedim bile. İyi niyetimi sikeyim ki çok sinirliydim şu an.

Ama o korkunçtu. O kadar öfkeliydi ki ondan korkarak ayağa kalktım hemen. Çantamı alırken karşımda dikilmesiyle duraksadım ve başımı kaldırdım. Ağladığını o zaman anlamıştım.

"Sen onu çaldın!" Yüzüme attığı sert tokatla başım sağ çevrilmişti. Acıdan yanan yanağımla gözlerim açıldı.

Kalbim acıyla burkulduğunda normalde acısını çıkarmam gerekiyordu. Hırlamam, ona hak ettiği şekilde saldırmam gerekiyordu.

Ama ben şiddetten çok korkuyordum.

Elim yanağıma giderken zihnim yeni yeni canlanıyormuş gibi tekme tokat çalınan kapıyı yeni duydu.

Biri kapının tokmağını çok sert vururken eliyle de aynı şiddetle kapıyı çalmıyor, dövüyordu.

Rose yüzüme bakmadan kapıyı açmaya gittiğinde duyduğum sinirli sesle elim ayağım boşaldı. Elim titrerken hala yanağımdan çekmeden salon kapısına bakıyordum.

Jisoo direkt beni bulduğunda tutamadığım göz yaşlarım yanaklarımdan akmaya başladı. Suçlu psikolojisi ile korkum birleştiğinde onu görmek bile fayda etmemişti.

Jisoo hemen yanıma geldi ve yanağımdaki elimin bileğinden tuttu.

"Ne oldu? Naptı! Jennie elini çek." Bileğimi saran eli kuvvet uygulasada göstermemek için direniyordum.

"Kor-kuyorum. Gidelim. Gidelim.."

Onun gözlerinde yumuşama gördüm. Hemen arkasını döndüğünde yüksek desibelli sesi irkilmeme neden oldu.

"Ulan orospu çocuğu. Seni insan yerine koyduğum zamanı sikeyim! Bana bak,"

Beni bırakıp ona gittiğinde görmemek için gözlerimi sımsıkı yumdum.

"Bir daha. Bir daha yaklaş, hele ki bir daha Jennie'ye bu kadar yakın ol.. senin belanı sikerim. Duydun mu!"

Elimi yavaşça yanağımdan çekerken ağlamam şiddetlendi.

Jisoo beni elimden yakalayıp çantamıda aldığında koşar adımlarla evden çıkardı.

Evin önünde babasının arabasını gördüğümde hiç bir şey demeden ön koltuğa koşturdum ve omunda binip son hızla sokaktan çıkmamızı bekledim.

Sonunda o eve dahi hiç bir şey görmediğimiz yollardan geçerken kendimi baskılamayı bırakarak daha şiddetli ağlamaya başladım.

Sadece dümdüz ağlıyordum. O kadar sinirlenmiştim ki kendimi aptal gibi hissediyordum. Jisoo'da üstüme gelirse o kadar kötüleşirdim ki.

Bir süre sonra rahatça nefes alabilmek için camı açtım. Daha da sakinleştiğimde şehirden biraz uzaklaştığımızı anladım. Daha müstakil evlerin olduğu taraflardan geçiyorduk.

Jisoo arabana durana kadar benimle hiç konuşmadı. Onun da hatta annemin babamın bile bilmediği bir korkum vardı. Ani sinirsel hareketler ve şiddet eğilimli insanlardan çok korkardım ve gafil avlanmıştım.

Araba manzarası çok güzel bir tepede durduğunda Jisoo'ya döndüm. Bir cevap vermesini bekledim ama o arabadan çıktı ve önden dolaşarak benim kapımı açtı.

Yüzüne bir süre baktıktan sonra bende indim ve geldiğimiz yerde göz gezdirdim. Deniz yakın ve güzel gözükürken bir o kadar yüksekteydik. Ağaçlar ve çimlerden burnuma çok güzel bir koku geliyordu.

Jisoo'ya bakmadan arabanın önüne kalçamı yasladım ve beklemeye başladım. Yolda sakinleşmemin üzerine burasıyla iyice mayışmıştım ama kötü hissediyordum.

Bir süre sonra yanıma yaklaştı. Benim gibi oturduğunda sonunda konuşacağımızı anladım.

"Beni nasıl buldun." Dedim cılız sesimle. Kafamdaki plan o kadar mükemmeldi ki bu gün eve iki kızıda kırmadan dönmüş olacaktım.

"Eve seni almaya geldim. Olmadığını görünce aradım, açmadın. Sonra şu konum uygulamasından baktığımda seni o evde görünce hemen atladım işte."

Telefonum sessizdeydi. İşimin kısacık sürüp bitmesi gerekirken şüpheleneceği kadar uzun kalmıştım.

"Jennie."

Bakışlarım yere sabitlenirken efendim anlamında mırıldandım.

"Kendini açıklar mısın? Sana ne yaptı ve neden ordaydın?"

Önce iç çektim. Sonra o anları hatırlamamaya çalışarak baştan anlatmaya başladım.

"Benim niyetim iyiydi Jisoo. Gerçekten. Kıskançlık krizlerine gireceğimi düşüneceğini sandığım için sana söylemedim. Tek amacım konuşmaktı kapıda da öyle söyledim zaten."

Yerdeki taşı ayağımla ittirerek kendime biraz zaman tanıdım.

"Oturduğumda senin onu arkadaş olarak gördüğünü arkadaşlığınız bozulduğu için üzüldüğünü söyledim. Bir anda çok sinirlendi. Öfkesi beni çok korkuttu. Senden uzun süredir hoşlandığını ve benim seni ondan çaldığımı söyledi.. sonra da bana tokat attı."

Son cümlemi güçlükle söylerken Jisoo bana biraz daha yaklaştı. Kolunu omzumdan sardığında başımı göğsüne gömdüm.

İyi niyetim suistimal edilmişti. Bunu ilk kez yaşamıyordum ama annemden babamdan yiyemeyeceğim tokadı ondan yemiştim. Belki buna sonra çok sinirlenirdim ama şu an duygularım çok karışıktı.

"Güzel bebeğim." Diyerek saçlarımı öptüğünde düşüncelerimden ayrılabilmiştim.

"O ruh hastası Jennie. Bana açıldığı ana kadar onu hetero sanardım biliyor musun? Kendine ve o büyük egosuna bunu yediremedi sadece. İnan senlik hiç bir şey yok. Yanağında iz kalmayacak. Geçene kadar öpeceğim. Ona bu yaptığını ödeteceğim ayrıca, merak etme."

"Ne?" Başımı kaldırdım hemen. "Onunla uğraşma." Dedim yalvarırcasına.

"Sen karışma." Dedi serte bürünen sesiyle. Üstelemedim ama korkumdan zaten bu konunun uzağında kalmak istiyordum artık.

"Seni çok seviyorum. Senin için istediğin her şeyi yaparım. Bak buradan atla de." İşaret ettiği uçuruma baktım.

"Atlarım."

Hafifçe gülümseyerek ona döndüm.

"Lütfen ordan atlama ve benimle beraber mutlu mesut yaşa."

Güldüğümü duyunca memnun kalmış gibi bir surat ifadesiyle "iyi peki madem, onu istedin." Dedi. Aynı şekilde kıkırdadım. Gündelik hayatta bir insandan 'seni seviyorum' lafını duymak kolay değildi.

Biraz daha birbirimiz hakkında konuştuktan sonra yavaşça toparlanıp Jisoo'nun moralimi yerine getirmek için radyodan açtığı şarkılara eşlik ederek ve tüm camları açarak keyifli bir yolculukla eve geldik.

Akşam annemlere hiç bir şey belli etmedik. Yemek yiyip, biraz televizyon seyrettik. Yatmadan önce biraz babamla konuştum ve banyoda işimi hallettikten sonra odama döndüm.

Yatağıma uzanıp yorganı göğüslerime kadar çekmiştim. Çok huzursuzdum. Sadece uyumak istiyordum ama gözlerimi kapatmak beni korkutuyordu.

Aklıma gelen tek bir çözüm vardı. Yastığımı aldığım gibi telefonumun ışığıyla yandaki odaya ilerledim hemen. Saat 2 civarlarıydı. Annemle Do-Yun film gecesi yapıyordu, bu yüzden hala salondan gülüşme sesleri geliyordu.

Kapıyı çalmadan direkt girdiğimde Jisoo'nun da benim gibi telefonla ilgilendiğini gördüm. Aniden girmesemde hızla döndü ve beni görünce yüzü daha normal bir hal aldı.

"Uyuyamadın değil mi?"

Işıkları yakmadan yatağa oturup yastığımı onunkinin yanına koydum.

"İzninle, bu gece seninleyim." Diye fısıldadım yanına uzanırken.

"Tüm izinler senin." Diyip telefonunu benimkinin yanına, komidinine koydu.

Yatakta yayılıp ona sokuldum biraz. Kollarıyla beni sararken yumuşacık kokusu beni baygınlaştırıyordu. Bunu bilerek buraya gelmiştim.

Yorganı yarım yamalak örterken bedenim iyice mayışmıştı. Uykuya dalmadan önce duyduğum tek şey annemin kahkahasıydı..

Comment